İstanbul
Ankara
İzmir
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Aksaray
Amasya
Antalya
Ardahan
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bartın
Batman
Bayburt
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Düzce
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkâri
Hatay
Iğdır
Isparta
Kahramanmaraş
Karabük
Karaman
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırıkkale
Kırklareli
Kırşehir
Kilis
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Mardin
Mersin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Osmaniye
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Şırnak
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yalova
Yozgat
Zonguldak

Alapelit Köyü


Alapelit Köyü, günümüzde Bayburt iline bağlı bir köy olup, Bayburt Merkezine uzaklığı 32 Km’dir. Doğu Anadolu`yu Doğu Karadeniz kıyılarına bağlayan yol güzergâhında, Çoruh Havzası’nda kurulmuş bulunmaktadır..

Alapelit Köyü’nün eski adı پازاخبون Pazahbun’dur ve anlamı ile ilgili iki farklı görüş vardır:

Halk arasında söylendiği gibi bu isim Ermenice kökenli değildir.

  • Pazac(h)+bun: Pazac kelimesi Farsçadan Osmanlıcaya girmiş, ebe kadın; süt anne, dadı anlamlarına gelmektedir; -“bun” ise “olmak”, “var olmak” ya da nihayet, “dip” anlamını verir. Buradan hareketle Pazah+bun isminin ‘Ebesi olan yer’ anlamına gelme ihtimali yüksektir.
  • Paz+ahbun: Karatayca da “PAZ” tanrı, “AHBUN” ise yöremizde kullanıldığı şekliyle sulanabilir tarla anlamına gelmektedir.

Tarihçe

Köyün bulunduğu bölge tarih öncesi çağlardan itibaren yoğun yerleşim görmüştür. Daha sonra Hurri, Urartu, Saka (İskit), Med, Pers, Roma, Bizans, Sasani, Emevi, Abbasî, Selçuklu, İlhanlı, Karakoyunlu, Timurlu, Akkoyunlu, Gürcü Krallığı ve Osmanlı medeniyetlerinin yerleşim alanı olmuştur. Köy ve çevresi, 1048 yılındaki Pasinler Savaşı’ndan sonra Türkler tarafından ele geçirilmiş, Bizans ve Selçuklular arasında sürekli el değiştirmekle birlikte, Selçuklu hükümdarı Alparslan döneminde Malazgirt zaferinden sonra kesin olarak Türk yurdu olmuştur. Çaldıran Savaşı sonrasında Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.

Bölgenin etnik yapısına tesir eden en önemli göç, 11. yüzyıl ortalarından itibaren başlayan Türkmen göçüdür. 1048’de başlayan bu göçler, 1071 Malazgirt savaşından sonra hız kazanmış, Kelkit ve Çoruh çevresi ile batıda Samsun sınırına kadar olan yerler Oğuz boylarını tarafından yurt tutulumuştur. Oğuz boyları bölgenin güneyine olduğu kadar doğusuna da yayılmaya başlamış, Bayburt Türkmenlerin eline geçmiştir.

Akkoyunlu Devleti döneminde de yöreye Türk yerleşmesi devam etmiştir. Osmanlı Devleti 1461’de Trabzon’u, 1473’te Bayburt’u ele geçirip bölgedeki siyasi bütünlüğü sağladıktan sonra da yöreye Türk nüfusu göç etmeye devam etmiş; Oğuz boyları Doğu Karadeniz bölgesinin muhtelif kesimlerine yerleştirilmiştir.

16. yüzyılda Pazahbun (Alapelit Köyü)

Pazahbun 1520 yılında Bayburt Sancağı’nın İspir kazasına bağlıdır. 1529-1530 tarihli tahrir defterinde bu yapı aynen devam etmiştir. 1535 yılında Erzurum Beylerbeyliğine bağlı bir sancak haline getirilen İspir’e tabi bir köydür.

Köyün adı ilk tapu tahrir defterlerinde geçmemektedir. 1530 tarihli mufassal Tahrir defterinin İspir’e ait kısmın eksik olması dolayısıyla durumu tespit edilemedi. 1530 yılına kadar diğer köyler gibi viran durumda olma ihtimali yüksektir. 1530 senesinden sonra başlayan şenlendirme faaliyetleri neticesinde köy tekrar göç almıştır. Daha sonra nüfusu hızla artmış, İspir’in büyük köylerinden biri olmuştur.

16. yüzyılın ilk çeyreğinde yapılmış maliye kayıtlarına göre köyde bir zaviye tesis edilmiştir. Evkaf-ı kaza-i İspir el-mezkûr başlığı altında tespit edilen 12 zaviyeden biridir. Vakfın kurucusu tahrir kayıtlarında Şeyh Abdi olarak geçmektedir.

17. yüzyılda Pazahbun (Alapelit Köyü)

1642 tarihli Avarız Defteri göre İspir kazasına bağlı 137 köyden biridir. Köyün hane sayısı 12’dir. Tamamı Müslümanlardan müteşekkildir. Köyde 3 zâviyedâr görev yapmaktadır. Köyde imam olmaması köylünün cuma namazı için imamı olan komşu köylere gittiklerini göstermektedir. Bu tarihlerde sadece Gındıs, Ortoki, Fısırık Kalesi, Müşeverek, Varkor ve Vartenik’de imamet görevi yapan din görevlisi vardı.

1642 tarihli Avarız Defterinde yazılı olan haneler şunlardır:

  • Ahmed veledi Kulu (Zaviyedar)
  • Ali biraderi (Zaviyedar)
  • Mahmud veledi Maksud (Zaviyedar ba berat-ı şerif)
  • Hüseyin veledi Hasan
  • Mehmed biraderi
  • Berat Ferhad’da doğdu
  • Abdulkerim veledi Mustafa
  • Koşad veledi Hakoç
  • Ali veledi Mustafa
  • Süleyman veledi Kalender
  • İsmail veledi Hakvirdi
  • Bekir veledi Yusuf
  • Kaya veledi Durmuş
  • Ali veledi Hasan
  • Ali veledi Aydere


18. yüzyılda Pazahbun (Alapelit Köyü)

18. yüzyıl, Osmanlı Devleti’nde idarî ve sosyal kargaşanın arttığı bir dönemdir. Ülke genelinde olduğu gibi bu bölgede de asayişin bozulduğu, bazı resmî görevlilerin halka zulüm ettiği, özellikle Karadeniz Bölgesi’nde türeyen eşkıyaların buralara gelip olaylara sebep olduğu görülür.

19. yüzyılda Pazahbun (Alapelit Köyü)

19. yüzyıl ortalarında 110 erkek nüfusu ile oldukça büyük bir yerdi. Tamamı Müslümanlardan müteşekkil nüfusun 53’ü genç, 33’ü çocuk ve 24’ü yaşlı olarak sınıflandırılmıştı.

Köyde bir adet medrese bulunmakta ve öğretim faaliyetleri burada icra edilmekteydi. Medresede verilen dersler şunlardı: Sarf (Morfoloji, cümle bilgisi), Mantık, Hadis, Tesfir (Kuran yorumu), Adab-ı bahis (Konuşma adabı), Vaaz, Belagat (Güzel konuşma, retorik), Kelam, Hikmet, Fıkıh, Faraiz (Miras hukuku), Akaid (İnanç esasları), Usul-ü fıkıh, İlm-i heyet (Astronomi ve astroloji) ve Matematik.

1872 yılında İspir kazasından ayrılarak Bayburt’a bağlandı. Nuhoğulları ile Koçanoğulları arasındaki çatışmalar bu dönemde de devam etmiş, yaptıkları zorbalıklar köylülere zarar vermeye başlamış, korku ve endişeleri artan halk mahkemeye giderek yardım istemiştir. Mahkemenin görevlendirdiği mübaşir kazaya geldiğinde Salih Ağa ve adamlarını itaate davet eder. Kardeşi teslim olur, diğerleri de itaat edeceklerini bildirirler. Bu sırada bilinmeyen bir sebeple Salih Ağa ve adamları tanıdıkları ve müttefikleri olan Rizeli, meşhur eşkıyadan Memioğlu’nu çok sayıda adamıyla yanlarına alıp, konaklarına kapanarak mübaşire mukavemete hazırlanıp isyan ederler.

Mübaşir bir top ve takviye asker temin ettikten sonra kale ve konaklarını yakıp yıkarak, Memioğlu ve bazı adamları ele geçirilir. Nuhoğlu Salih Ağa ve yakınları kurtulmayı başararak firar ederler. Memioğlu ve adamları idam edilir. Nuhoğulları’nın Trabzon tarafına gitmiş olabileceğinden bahsedilen hükümde, nerede bulunursa yakalanıp idam edilmeleri ve “neslinden kimsenin İspir Kazası’nda iskân olunmaması babında” kesin emir dikkat çekmektedir. Sultan II. Mahmut’a ait bu fermandaki üslûp ve tavizsiz tutum, padişahın ülke genelinde âyân, eşraf ve mütegallibeye karşı yürüttüğü büyük mücadelenin dikkat çekici bir örneğini oluşturmaktadır.

Yaşanan olayların sonucu hakkında, Nuhoğullarından olup 1861 yılında İspir Kaza Müdürü olan Esat Ağa hakkındaki bir şikâyet mahzarında önemli bilgiler vardır.

Nuhoğulları’nın isyanının Erzurum Valisi Hacı Kamil Paşa zamanında yaşandığı ve Paşa tarafından tedip edildiği, firârîlerin arasında Esat Ağa’nın da bulunduğu ve 1846 yılına kadar İspir’e dönemedikleri, nihayet aynı sene bir yolunu bulup affedilerek kazaya gelip yerleştiklerini öğreniyoruz.

1891 yılında hayvanlarda veba salgını ortaya çıkar. Durumdan haberdar olan Sıhhiye Nezareti, gereken bütün tedbirlerin alın-ması ve baytar komisyonunun alacağı kararların mahalline bildirilmesi hakkında Erzurum vilayetine bir telgraf emri göndermiştir.

İspir Kazasından Bayburt Kazasına bağlanan köyler

Daha önceleri İspir Kazası idaresinde olan Pazahbun (Alapelit), Hopur, Taht, Bergici, Kormas, Ortugu, Mişankas, Kelenkes köyleri ile birlikte, görülen lüzum üzerine Bayburt kazasına bağlanmıştı. Ancak bunlarda tıpkı Gümüşhane’den ayrılmak istemeyen köyler gibi, durumdan rahatsız olmuşlar ve rahatsızlıklarını yazdıkları dilekçelerde beyan etmişlerdir. Köylüler Erzurum valiliğinden köylerinin eskiden olduğu gibi İspir Kazasına bağlanmasını istemişlerdir.

Valilik aracılığıyla mesele Babıâli’ye intikal etmiş ve Babıâli, Erzurum valiliğinden bir araştırma yapmasını ve bu köylerin hangi tarafa bağlılığının hem mülkî idare açısından hem de halk açısından daha faydalı olacağının tespit edilmesini istemiştir. Valilik yaptığı tetkikatta, bu köylerin mesafece İspir Kazasına 15 ile 8 saat, Bayburt’a ise 2,5 ile 5 saat uzaklıkta bulunduğunu ve vergi gelirlerinin de Bayburt’tan idare edildiğini sadarete bildirmiştir. Erzurum valiliği, hükümet ile olan işlerin görülmesi hususunda köylülerin İspir kaza merkezinin uzaklığından dolayı çeşitli sıkıntılara maruz kaldıklarını ve Bayburt’a ilhakı halinde köylülerin idarî işlerde ve asayiş hususunda daha rahat edeceklerini tespit etmişti. İncelemeyi biraz daha detaylandıran valilik bu meselede de daha önce Balahor ve Kân köylerinin arzuhallerinin arkasında olduğu gibi bir ismin ön plana çıktığını gördü. Bu isim İspir kazasında oturan ve mezkûr köylerde akar ve arazileri bulunan Nuhoğulları’ydı. Nuhoğulları ekonomik kayba uğrama endişesinden ötürü, halkı tahrik etmiş ve dilekçe vermeye zorlamıştı.

Mesele daha sonra Şura-yı devlet dahiliye dairesinde ele alınmış ve adı geçen köylerin “ hal-i hazırıyla idare-i mazbûtiyeti mucib olacağı” uygun görülmüş ve köylerin Bayburt’a bağlanmasına karar verilmiştir. Böylece 1872 sonları ve 1873 yılı başlarında adı geçen yedi köy ile birlikte Bayburt’a bağlanmış ve bu bağlılık günümüze kadar devam etmiştir.

20. yüzyılda Pazahbun (Alapelit Köyü)

Köyde halkın sağlık durumunu tehdit eden salgın hastalıklar ortaya çıkmıştır. Bu hastalıklardan birisi de frengidir. 1909 yılında bölgede artış görülen hastalığın önlenmesi için, hekim tayini, ilaç temini yoluna gidilmiştir.

1900 yılında şiddetli bir kış yaşanır. Bu sebeple köy halkı yakacaksız kalmış, tedbir olarak ordu için kömür çıkarılan ocakların dışında, diğer yerlerden, halkın kömür çıkarmalarına müsaade edilmiştir.

1910 yılında bölgede büyük bir kolera salgını yaşanmıştır. Koleranın önlenmesi ve yayılmasının önüne geçmek için alınan tedbirler alınmış olsa da köyde ölüm vakaları görülmüştür.

1914 yılı Temmuz ayı çok yağmurlu geçer. Temmuz ayının 18. günü saat on bir buçukta sekiz milimetre çapında dolu yağmış ve isabet ettiği yerlerde meyvelere zarar vermiştir.

Haziran 1916

Ruslar 1877-1878 savaşında eski deyimle 93 harbinde tekrar Doğu Anadolu üzerine hareket etmişler, ancak Bayburt bundan herhangi bir şekilde zarar görmemiştir. Bayburt’un idarî olarak bağlı olduğu Erzurum ve yöresi henüz 93 harbinin etkisini üzerinden atmadan, bu defa I. Dünya Savaşının olumsuz havasına girmiştir. Kafkaslardan harekete geçen General Yüdeniç komutasındaki Rus birlikleri sırayla kaleleri bir bir ele geçirerek Erzurum’a girmişler ve Bayburt’u tehdit etmeye başlamışlardır.

Bir taraftan Tercan’ı ele geçiren Ruslar, diğer yandan 2. Türkistan kolordusu ile İspir’den ilerlemekteydi. Binbaşı Halit Bey kumandasındaki Türk Çoruh müfrezesi 15/16 Mart gecesi yaptığı baskınla Ruslara ağır kayıplar verdirdi. Ruslar 18 Mart’tan itibaren tekrar ilerlemeye başladılar. Bu gelişmeler üzerine Fevzi Paşa ( Çakmak) Çoruh müfrezesi ile 10. Tümenden oluşan Çoruh-Lazistan bölgesi komutanlığı görevine getirildi. 25 Mart 1916’da Danzut köyünden ilerleyen Rus birlikleri, Çanakkale’den getirilen 5. kolordu birlikleri karşısında yenildiler. Nisan ayı başlarında Bayburt’a doğru hareketini sıklaştıran Rus kuvvetleri, Kop cephesinde 30. tümen tarafından püskürtüldü. 8 Temmuz 1916’da Ruslar Elmalı dereden Masat deresine kadar olan 2. mıntıka ve Kop cephelerinde baskın şeklinde taarruza geçti. Kop cephesinin güney kanadı açık kaldığı için kuvvetlerimiz Kenantepe- Kop- Bahıtlı dağ hattına çekilerek bu hatta yeniden direnmeye başladılar. İlerleyen Rus kuvvetleri burayı da ele geçirdiler. Kop dağı bloku çözülünce Ruslar ertesi günü Maden’e indiler.

Cephede bunlar olurken Bayburt ve köylerinde olduğu gibi Pazahbun’da da göç hazırlıkları başlamıştı. Haziran 1916’da ekonomik durumu iyi olanlar, göç hazırlıklarını tamamlayarak köyü terk etmeye başladılar. Yola çıkanlar yanlarında götürebildikleri kadar eşyalarını beraberinde almışlardır. Son kafile 15 Temmuz 1916’da yola çıktı. Dinlenmeden yollarına devam eden kafile Pulur civarında mola verdiler. Köyden yola çıkan kafile Amasya ve Zile’de muhacir olarak kaldılar. 1918’de savaşın sona ermesi ile birlikte bu defa göç edenler köye geri döndüler. Ancak geri dönmeyip oralara yerleşen aileler de olmuştur.

Vakıf Faaliyetleri

Kuruluşu 16. yüzyıla kadar giden vakfın kurucusu, tahrir kayıtlarına göre Şeyh Abdi olarak geçmektedir. 1529-1530 tarihli tahrir defterine göre, vakfın geliri Pazahbun ve Mişankas köylerinden sağlanmaktaydı. 1642 tarihli Avarız Defterine göre zâviyede 3 zâviyedâr görev yapıyordu.

1843 yılında zâviyedârlığını Şeyh Ali ve Emin adlı iki kişi müştereken idare etmekteydi. Pazahbun köyünden sağlanan senelik hâsılatı 125 kuruş, toplam gideri ise 15 kuruştu.

1848 yılında ise zâviyedârlığını Şeyh Ali bin Salih’in yürüttüğü vakfın, geliri 360 kuruştu. Gelirinin 250 kuruşu yiyecek masrafına, 27 kuruşu yazıcı maaşı ve muhasebe harcı kesintisine ayrılmıştı. Aynı yıl vakfın 83 kuruş gelir fazlası vardı. Vakfın 1857-1858 yıllarında tamamı Pazahbun köyü aşarından sağlanan iki senelik geliri 720 kuruştu. Zâviyedârlığını Ali adlı şahsın yürüttüğü vakfın gelirinin 220 kuruşu zâviyenin yiyecek giderine, 125 kuruşu muhasebe harcı ve yazııcı maaşı kesintisine ayrılmıştı. Aynı yıl senelik 375 kuruş gelir fazlası vardı. Bu durum 19. yüzyıl ortalarında vakfın ekonomik olarak sıkıntılı bir dönem yaşamadığını göstermesi bakımından son derece önemlidir. Defterlerde de açıkça belirtildiği üzere, zaviye gelirlerinin büyük bir kısmı ayende ve revende (gelip-giden) olarak tanımlanan misafirlerin ihtiyaçlarına tahsis edilmiştir.

Şeyh Abdi zaviyesinin köy halkına önemli faydalar sağladığı, köy halkının eğitiminde önemli rol üstlendiği muhakkaktır. Zâviyeye devâm eden genç, orta yaşlı, ihtiyar her zümreden insan, gerekli dînî ilimleri okuyarak ve yaşayarak öğrenir, güzel ahlâk sâhibi ve herkes tarafından sevilen, topluma faydalı bir kişi olarak cemiyete katılırdı. Zâviyeye bir yolcu geldiği zaman, eşyâ ve hayvanları yerleştirildikten sonra hamama sokuluyor, güzelce yıkanıyor, sonra bir odaya alınıp, yiyecek ve içecek ikrâm ediliyordu. Akşam namazından sonra zâviyede Kur’an okunuyor, cenkler söyleniyor ve gece teheccüd namazına kalkılıyordu…

Eğitim öğretim faaliyetleri 1925 yılına kadar köydeki bu vakıf aracılığı yapılmıştır. Bu vakıf, 1925 yılında Atatürk’ün Kastamonu’da 30 Ağustos 1925’te söylediği bir nutukta zaviyelerin kapatılacağının işaretini vermesi ile kapatılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra ilkokul 1950’li yıllarda açılmıştır.

20. yüzyıl başlarında savaş, fakirlik ve salgın hastalıklar sebebiyle gerçekleştirilemeyen eğitim-öğretim 1950’li yıllara kadar okulsuzluk sebebiyle yapılamamıştır. Bu sebeple 1900 ile 1950 yılları arasında doğanlar okuma-yazma öğrenememiştir.

Medreseler

Arapça “derase” kökünden türeyen medrese kelimesi, talebenin kendisinde ilim öğrendiği yer manasına gelmektedir. Sıbyan mektebinin üstünde eğitim ve öğretim yapılan orta ve yüksek öğretim müesseseleri olarak kabul edilen medreseler, genellikle bir dershane ve etrafında yeteri kadar talebe hücrelerinden oluşmaktaydı. Kurucusunun anlayış ve malî gücüne göre bunların dışında imaret, kütüphane ve hamam gibi bölümler de ilave edilebilirdi.

XIX. asırda geçerli olan on iki dereceli medrese sistemine göre, ibtidâ-i Haric’den, Sahn-ı Seman’a kadar tahsil görenler suhte, sahn’dan Süleymaniye Dâr‘ül-Hadisi’ne kadarki talebelere danişmend denilirdi.

Osmanlı medreseleri gördüğü hizmetler bakımından genel ve ihtisas medreseleri olmak üzere iki gruba ayrılırdı. Genel medreseler, kadı, müderris ve müftüleri yetiştirmek amacıyla tesis edilmişlerdi. İhtisas medreseleri ise, çeşitli derecelerde olmak üzere edebiyat, ilahiyat, hukuk, tıp, matematik ve sair alanların herhangi birinde ihtisas sahibi olmayı amaçlamaktaydı.

Osmanlı Devleti’nde ilmîye sınıfı mensupların yetiştiren medreseler, II.Murad’ın Edirne ve Bursa’da tesis ettiği medreselerle yükselmeye başlamış ve Fatih’in sahn-ı semanı ile zirveye çıkmıştır. Osmanlı medreseleri için XV-XVI. asırlar yükselme devri olarak, XVI. asır sonları ise düşüş devrinin başlangıcı olarak kabul edilmekte ve yaygın bir kanaatle, diğer müesseseler gibi medreselerin de XVI. asır sonlarından itibaren gerilemeye başladığı ileri sürülmektedir.

Ortaçağda Bayburd’u önemli bir kültür merkezi haline getiren Bayburd medreseleri, XIX. yüzyılda da varlığını devam ettirmiştir. 1898–1903 yılları arası maarif salnâmelerine göre, yüzyılın sonlarında Bayburd’da, 7’si şehir merkezinde, 18’i köylerde olmak üzere 25 faal medrese bulunmaktaydı.

Köylerde bulunan medreseler

XIX. yüzyıl sonlarında bir kısım nahiyeler başta olmak üzere Bayburd kazasının 18 köyünde medrese bulunmaktaydı. Bu medreselerde 1898–1903 yılları arası 240 ile 260 arasında talebe okumaktaydı. Talebe sayıları yıldan yıla farklılık arz eden medreselerin en büyükleri arasında Pulur köyü medresesi, Çıphınıs köyü medresesi ve Konursu köyü medresesi yer almaktaydı. Köylerdeki medreselerde 1898’de 241 talebe, 1899’da 256 talebe, 1900, 1901 ve 1903’te 260 talebe eğitim-öğretim görmekteydi.

Pazahbun (Alapelit) köyü medresesi

Pazahbun (Alapelit) köyünde köy eşrafı tarafından inşa ettirilmiştir. 1898-1900-1901 ve 1903 yıllarında 5’er ve 1899’da 8 talebesi bulunmaktaydı. Aynı yıllarda müderrisi Hacı Ahmed Efendi idi.

Kültür

ÇEPNİ OĞUZ TÜRKMENLERİ kültür gelenek ve görenekleri yaşanmaktadır.

Köy Yemekleri

Yemekler kültürümüzün bir parçası olarak asırlardan beri devam eden geleneksel bir yapının günümüzdeki uygulamasıdır. Bayburt yöresel yemeklerinde görülen genel özellik, un ve una bağlı yemeklerle, etli yemeklerin sebze ve zeytinyağlı yemeklerden çeşit olarak daha fazla oluşur . Bu da yörenin coğrafi şartlarının kültürel yapı üzerindeki etkisini göstermesi bakımından önemlidir.

Yöremiz kültür değerlerinin bir öğesini oluşturan yemeklerimizden bazıları şunlardır:

Ekşi lahana, galagoç, kesme çorbası, yavan çorbası, lor dolması, borani, haşil, sıvıklı, süt böreği, tel helvası …

Köy odaları

Odalar ilk kuruluş yıllarında; varlıklı, durumu yerinde olan ailelerin çevrelerindeki ailelerin olabilecek cenaze, nikâh, düğün, kahve içme, boş zamanlarda toplantı-eğlence gibi amaçlarda kullanılmak üzere yaptırmış oldukları, insanların ihtiyaçlarını karşılayabilen sade büyük odalar olarak görev yaptıkları görülür.

Geçmiş dönemlerde insanlar; yolculukları esnasında vasıta olarak kış aylarında atlı kızak, yaz aylarında atlı araba veya sade binek atı kullanırdı. Yolcular gittikleri köylerde misafir kalacaklar ise ağırlamak için hazırlıklar yapılırdı. Misafir gittiği hanenin odası yok ise başka bir komşunun odası açılırdı. Konuk ve binek hayvanı en iyi şekilde rahat ettirilerek memnuniyetleri sağlanır, misafirin her türlü ihtiyaçları oda sahibi tarafından karşılanırdı. Köylerde otel gibi konaklama yerlerinin bulunmaması böyle bir geleneği zorunlu kılmıştır.

Odalarda genellikle kış aylarında fincan altında yüzük, tukara, grup ateş, kabak, herkes benim gibi olsun gibi oyunlar oynanılarak boş zamanlar değerlendirilirdi. Ayrıca köylerde erkek sağdıç geceleri de bu odalarda düzenlenir. Köy gençleri damatın başında çeşitli oyunlar oynayarak eğlenilerdi.

Köyde Karosman(Altun), Hayta(Yerli), Molla(Akkuş) ve Maha(Hayta) sülalelerine ait köy odaları bulunmaktadır.

Köy Oyunları

Erkek oyunlarına örnek verecek olursak; Her kez benim gibi olsun, Dişçi, Kabak, Berber, Vızdız, Sivri sivri, Karalı, Bezir çıkarması, Çelik Çomak, Minder altı, Kalaycı ve körüğü vb.

Bazı kadın oyunları ise; Yüzük bulma, Mendil kaybetme, Nesi var, İs, Hoca vb.

Cirit:

Uzun zaman boyunca, geleneksel bir kimlik içerisinde kendi koydukları ve oluşturdukları kurallarla yapılan cirit oyunu, günümüzde kurulan Atlı Spor kulüpleri vasıtasıyla Geleneksel Spor Dalları Federasyonuna bağlı Atlı Cirit Müsabaka talimatı doğrultusunda yürütülmektedir .

Atlı Cirit Müsabakaların da her takım 7 asıl ve 2 yedek atlı sporcudan oluşur. Oyuna en az 7 atlı sporcu ile başlanır. Oyun 40 dakikalık iki devre halinde 80 dakika oynanır, 10 dakika devre arası verilir. Oyun esnasında atlı oyuncu sayısı 5’ten aşağı düşerse o takım yenik sayılır .

Ata sporlarımızdan biri olan cirit 1980’li yıllara kadar köyde oynanmış, İbişlerden Sadık Yıldız (1915), Bayburt’ta düzenlenen müsabakalarda köyü birçok defa temsil etmiştir. Genç nüfusun azalması ve göçler nedeniyle artık bu oyun köyde oynanmamaktadır.

Coğrafya

Bayburt merkezine 32 Km. uzaklıktadır. Bayburt ilinin en yüksek köylerindendir. Erzurumun Pazaryolu ilçesine sınır köyün yer altı kaynakları zengin ve beşten fazla su kaynağı, bir çay, bir şelale bir de soda gözesi vardır.

İklim

Genel olarak Anadolu’da hakim olan Karasal İklime sahiptir. Gündüzleri sıcak geceleri ise serin ve soğuktur.

Nüfus

YILKÖY ADIALAPELİT NÜFUSUALAPELİT ERKEK NÜFUSUALAPELİT KADIN NÜFUSU
2020ALAPELİT KÖYÜ1699079
2019ALAPELİT KÖYÜ1729280
2018ALAPELİT KÖYÜ1799584
2017ALAPELİT KÖYÜ19010189
2016ALAPELİT KÖYÜ19610591
2015ALAPELİT KÖYÜ19810296
2014ALAPELİT KÖYÜ220110110
2013ALAPELİT KÖYÜ20110299
2012ALAPELİT KÖYÜ215109106
2011ALAPELİT KÖYÜ247125122
2010ALAPELİT KÖYÜ261133128
2009ALAPELİT KÖYÜ284147137
2008ALAPELİT KÖYÜ297154143
2007ALAPELİT KÖYÜ285150135
Ekonomi

Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Ayrıca arıcılık ve son zamanlarda domates ve salatalık yetiştiriciliği yapılmaktadır.

Altyapı

Köyde, ilköğretim okulu vardır ve kullanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı vardır ama kullanılmamaktadır. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.

Alapelit Köyü Haritadaki Yeri

Alapelit Köyü Fotoğraf Galerisi

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Giriş Yap

AlaPelit ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!